İsrail’in stratejik derinlik savaşı ve Lübnan’ı işgal hesapları

Start


Hizbullah’ın Gazze’deki soykırım operasyonunu sonlandırması için İsrail’e kuzeyden açtığı cephe, savaşın bölgeselleşme senaryolarının merkezinde yer alıyor. Bu cephe aynı zamanda İsrail’in klasik güvenlik doktrinini duvara çarpıyor. Siyonist devletin kurucu lideri David Ben-Gurion’un temelini attığı doktrin İsrail’in stratejik derinliğe sahip olmadığı, bu yüzden savaşları düşman topraklarında yürütmek gerektiğini söylüyor. Doktrin İsrail’in sivil, askeri ve stratejik altyapı ve tesislerinin düşmanların erişebildiği menzilde olması gerçeğine dayanıyor. Eski Genelkurmay Başkanı Gadi Eisenkot’un 1997’de genç bir albay iken kaleme aldığı “21. Yüzyılda İsrail’in Güvenliği: Riskler ve Fırsatlar” başlıklı makalede belirttiği üzere, İsrail 1967’deki Altı Gün Savaşları’nda Golan Tepeleri’ni Suriye’den, Sina Yarımadası’nı Mısır’dan ve Batı Şeria’yı Ürdün’den gasp ederek stratejik derinlik kazanmıştı.

1979’da Camp David Anlaşması ile Mısır’la barış karşılığında Sina’yı bıraktı. Ancak 1994’de Vadi Araba Anlaşması ile Ürdün’le el sıkışırken İsrail’in genişleme stratejisinin merkezinde yer alan Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ten çekilmedi. 2005’te Gazze’den çekilmesi ise Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) lideri Yaser Arafat’la 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması’na dayanıyordu. Eisenkot’un makalesinde geçen “İsrail’in barış arayışında stratejik derinliği kaybetme riskiyle karşı karşıya olduğu” uyarısı da Oslo Anlaşması gereği Batı Şeria’nın kısmen Filistinlilere bırakılmasıyla ilgiliydi. Tabii İsrail, Filistin devletinin kuruluşunu fiilen imkânsız kılacak şekilde Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yasadışı yerleşimleri genişletti. İsrail teknik olarak hala savaşta olduğu Suriye ve Lübnan’da ele geçirdiği yerleri ise ilhak etti. “Barışa karşılık stratejik derinlikten geri adım doktrinde bir iki gedik açsa da İsrail’in hala koruduğu ilkeler, savaşı kesinlikle sınırların ötesinde yürütmeyi emrediyor. Ayrıca stratejik derinlikten yoksunluk sadece ‘Demir Kubbe’ değil aynı zamanda güçlü, hızlı ve kısa sürede sonuç veren bir hücum kapasitesini gerektiriyor. Bu kapasite ona caydırıcılık da kazandırıyor.

STRATEJİK DERİNLİKTE GEDİKLER AÇILIRKEN

Savaşın İsrail topraklarına taşınması, 7 Ekim Aksa Tufanı’nın en ezber bozan tarafıydı. Fakat denklemi asıl yırtıp atan gelişme, Hizbullah’ın Lübnan’ın güneyinden işgal altındaki topraklar dahil olmak üzere İsrail’in kuzeyine yönelik başlattığı saldırılardı. Kuzey cephesi, birdenbire Eisenkot’u hatırlayan Yaakov Katz gibi İsrailli gazetecilere, “Savaş İsrail topraklarına girerse bu sadece bir yenilgi değil varoluşsal bir risk olacaktır” dedirten bir tablo sunuyor. İsrail işgal ettiği Lübnan topraklarından 2000’de çekilirken Golan’a bitişik Şebaa Çiftlikleri, Kfar Şuba Tepeleri ve Ghacar köyünden çıkmamıştı. Buralar hem su kaynağı hem de Beka Vadisi’ni vurma rampasıydı. Fakat 1990’da Lübnan iç savaşını bitiren Taif Anlaşması bütün grupların silahsızlanmasını öngörürken Hizbullah’ın bundan muaf tutulmasının gerekçesi de toprakların bir kısmının işgal altında kalmasıydı. Hizbullah’ın elindekiler, işgale karşı direnişin silahlarıydı ve dokunulmazdı. Jerusalem Post’un eski yayın yönetmeni Yaakov Katz, 8 Ekim’den sonra yerleşimcilerin kuzeyi terk etmesiyle oluşan tablodan “Gerçek şu ki İsrail düşmanına toprak devretmiştir” sonucunu çıkarırken stratejik derinliğin tersine döndüğünü ima ediyordu: “Birinci Lübnan Savaşı’ndan sonra İsrail Güney Lübnan’da 24 km genişliğinde bir güvenlik bölgesi oluşturduysa da bugün bu bölge İsrail’in içinde kalmaktadır.

2006 savaşını bitirmek için BM Güvenlik Konseyi’nden çıkarılan 1701 sayılı karar Hizbullah’ın Litani nehrinin kuzeyine çekilmesini de öngörüyordu. Bugün ABD, Hizbullah’a karşı baskısını bu karara gönderme yaparak kuruyor.

HİZBULLAH ESKİ HİZBULLAH DEĞİL

İsrail ‘stratejik derinliği’ ve caydırıcılığını yeniden kurmak için 1978, 1982 ve 2006’da olduğu gibi Lübnan’ı yeniden işgal etmeyi tartışıyor. İsrail’in 2006’da 33 gün içinde çekilmesi Hizbullah karşısında yenilgi olarak değerlendirilmişti. 2006’da 15 bin füzesi, 40 bin savaşçısı olduğu düşünülen Hizbullah tahminen cephaneliğini 10 kat genişletti. Silah stoklarında Merkava tanklarının kâbusu Kornetler, Rus yapımı Katyuşalar ve farklı tiplerde SİHA’ların yanı sıra Fetih 110, Bedir 313, Zilzal-I, Zilzal-II füzeleri ve gemisavar Yakhontlar yer alıyor. 2013’te dahil olduğu Suriye’deki çatışmalarda da savaşçılarının yeteneklerini geliştirdi. Bugün pek çok gözlemcinin birleştiği nokta, Hizbullah artık caydırıcılığından söz ettiren ve kendi angajman kurallarını dayatabilen bir örgüt. Bu açıdan Hamas’la kıyaslanması yanıltıcı olabilir.

Hizbullah sadece işgal altındaki Golan, Şebaa ve Kfar Şuba değil İsrail’in kuzeyindeki ana üsleri onlarca kez vurdu. Radarları, telsiz kulelerini, kamera sistemlerini ve gözetleme kulelerini köreltti. Demir Kubbe’yi delebileceği yerleri keşfetti. Sahanın bu şekilde yumuşatılması Hizbullah’ın savaşçılarını sızdırabileceği anlamına da geliyor. Bu İsrail için 7 Ekim Aksa Tufanı’ndan çok daha büyük bir korku nedeni.

HİZBULLAH’I MARKAJA ALMA TAKTİKLERİ

Hizbullah’ın kuzeyden açtığı cephenin nasıl kapanacağı ABD’nin de kafa patlattığı en temel soruna dönüşüyor. Başkan Joe Biden, 31 Mayıs’ta Gazze için ateşkes planını açıklarken ilk kez Lübnan’a değinip, İsrail’in kuzeyinde sükûnetin sağlanması hedefine vurgu yaptı.

Soykırım savaşının ana tedarikçisi olan Biden yönetimi aylardır Hizbullah’ı durdurmak için farklı baskı kanallarını kullanıyor. Gazze’de ateşkes sağlanmadan Hizbullah’ı durduramayacaklarını hızlıca anladıktan sonra tarafların 2006 Lübnan savaşından itibaren oturmuş olan angajman kuralları içinde kalmalarını telkin etti. Daha da önemlisi Gazze’de ateşkes sağlandığında kuzey cephesinin müzakereyle kapatılabilmesi için yaptığı pazarlıklardı. Özel elçi Amos Hochstein’ın yürüttüğü mekik diplomasi bunun içindi. İkinci aşamada öncelik BM’nin kontrolündeki Mavi Hat rejimine dönülmesi yani, Hizbullah’ın Litani nehrinin kuzeyine çekilmesi. Tüm taraflar bu olmadan yerleşimcilerin kuzeye dönemeyeceğini anlıyor. Ki mayısta Tel Hai Academic College’ın yürüttüğü bir çalışmaya göre çatışmalar sona erse bile bölgeyi terk eden yerleşimcilerin yüzde 38’i geri dönmeyi düşünmüyor.

Hizbullah’ın başından beri ABD’den gelen mesajlara şu minvalde yanıtlar verdiği aktarıldı: “Önce İsrail’i durdurun ve Gazze’deki savaşı sonlandırın, sonra kuzey cephesini ve Mavi Hattı konuşuruz.”

ABD ve Fransa gibi Batılı müttefiklerinin baskı mekanizmalarına Körfez ülkeleri de eşlik ediyor.
Lübnanlı kaynaklara göre Amerikalılar, Hizbullah’a “Litani’nin kuzeyinden çekil, istediğin kişi cumhurbaşkanı olsun” sözünü de verdi. Ama Hizbullah güneydeki durumun cumhurbaşkanlığı ile ilişkilendirilmesini reddetti.

Başbakan Necip Mikati, Meclis Başkanı Nebih Berri ve Genelkurmay Başkanı Joseph Aoun üzerinde kurulan baskılara ilaveten iç çatışma dinamiklerini harekete geçirme girişimleri eksik olmuyor. ) Batı-Körfez bloklarıyla ilişkili siyasi kanatlar da Hizbullah’ı Lübnan’ı ateşe atmaması yönünde uyarıyor. Sınırlardaki normalleşmenin Gazze’deki ateşkese bağlı olduğunu vurgulayan Mikati, 2006’da dönemin Başbakanı Fuad Sinyora’nın aksine baskı ve kumpaslara göreceli olarak direndi. Genelkurmay Başkanı da Lübnan’da iç çatışmayı tetikleyecek kışkırtmalara karşı dikkatli davrandı.

Siyasi ve ekonomik koşullar Lübnan’ı patlatmaya ziyadesiyle yeter. İşgal yıllarında İsrail’le işbirliği yapmış Lübnan Güçleri ve Ketâib gibi partiler de durumu alevlendirmeye çok müsait. 2013’de “Hizbullah Suriye’de cihatçıların önünü almasaydı Lübnan düşmüştü” diyen Hıristiyan partilerin bir kısmı, 2022’den bu yana cumhurbaşkanlığı seçimindeki kilitlenmenin de etkisiyle Maruni Patriği Bişara el Rai liderliğinde Bkirki’de Hizbullah’ı hedef alan bir ortak vizyon belgesi üzerinde duruyor.

Buna rağmen oluşan baskı Hizbullah’ı kendi stratejik denkleminden sapmaya zorlayamadı. Gazze’deki dehşetin ulaştığı boyut da Hizbullah’ın oynadığı role göreceli suskunluk sağladı.
Son zamanlarda farklı kanallardan “Amerikalıların Lübnan’a savaş açmaması konusunda İsrail’i ikna etmekte zorlandığı”, “Gazze’de sağlanacak ateşkesin otomatik olarak Lübnan için geçerli olmayabileceği”, “İsrail’in Lübnan’a ağır hasar vermeyi planladığı” yönünde mesajlar yoğunlaştı. El Ahbar gazetesine göre en belirgin mesaj İngiltere’den geldi. Mesaj, İsrail’in Lübnan’a haziran ayının ortasında saldıracağı uyarısını içeriyordu. Dürzi lider Velid Canbolat da Doha ziyaretinden kulağına bir şeyler fısıldanmış olarak döndü. Gazze’de ateşkes için arabuluculuk yapan Katarlı yetkililer “İsrail, Hizbullah’a karşı caydırıcı bir çatışmaya istekli olduğu” izlenimini paylaştı. Yani Canbolat da mesaj kanallarından birisi haline geldi.

İsrail’in Lübnan altyapısını felç edecek büyük bir taarruz başlatabileceği öngörüsü yabancı ülkeleri tahliye hesaplarına itiyor. Bazı Körfez ülkeleri, Uluslararası Refik Hariri Havaalanı’nın kapanması halinde vatandaşlarını Şam’daki havaalanından tahliye olasılığı için Suriye yönetiminin nabzını yokladı.

YENİ DEKLEM: YAKARSAN YANARSIN, VURURSAN VURULURSUN

Hizbullah’ın kontrollü olarak saldırı menzilini genişleten angajman setindeki yeni değişim Gazze sonrası farklı senaryolara hazırlandığı ve Lübnan’la bağlantılı hesapları da içerdiği izlenimi veriyor. 3-5 km ile başlayan çatışmanın derinlikleri ikinci aşamada 10-15 km genişledi, sonra askeri hedeflerin dışına çıkıp yerleşim birimlerini de hedefe koyar hale geldi. İsrail saldırıların menzilini her artırdığında Hizbullah da el yükseltti. İsrail’in Lübnan içinde hedeflediği tampon bölgenin İsrail’in kuzeyinde şekillenmesi Hizbullah’a olası görüşmelerde sadece Litani hattı değil işgal altındaki toprakların durumunu da pazarlık konusu etme imkânı verebilir.

Hizbullah’ın saldırılara misilleme olarak Aşağı ve Yukarı Celile’ye attığı roket ve havanların başta Kiryat Şimona olmak üzere farklı bölgelerde yangınlara yol açması Tel Aviv üzerindeki baskıyı artırdı. İsrail’in işgal tehditleri daha aleni hale geldi. Başbakan Benyamin Netanyahu “Son derece güçlü bir eyleme hazırız” derken Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi “Bir karar verilmesi gereken noktaya yaklaşıyoruz, ordu saldırıya geçmeye hazır” ifadelerini kullandı.

Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir, Kiryat Şimona’dan “Hizbullah’ın tüm kalelerini yakmamız, yok etmemiz lazım. Savaş!” tehdidini savurdu. Maliye Bakanı Bezalel Smotrich de ordunun Lübnan’ı işgal edip yüzbinlerce Lübnanlıyı sınırdan uzaklaştırması ve tampon bölge kurması gerektiğini söyledi. Amerikan yönetimi ise şimdilik diplomatik yolda ısrarlı gözüküyor. ABD Dışişleri Sözcüsü Matthew Miller “Hizbullah’la kapsamlı savaşı desteklemiyoruz” diyerek diplomatik çözüme vurgu yaptı. İsrail devlet televizyonu KAN’a göre Gazze’de ateşkes yaklaşırken ABD, İsrail’e, “Hizbullah’la gerilimi tırmandırma” telkinlerini artırdı. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da Netanyahu’yu arayıp benzer telkinlerde bulundu.

KUZEY CEPHESİ NASIL KAPANACAK: DİPLOMASİ Mİ SAVAŞ MI?

İsrail’in Gazze’deki savaşı sürdürürken kuzeyde bir işgale kalkışması beklenmiyor. Mantıken Gazze’deki ateşkesi takiben buna kalkışabilir. Bu ihtimalin Hizbullah’ı korkutabildiği de söylenemez. Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım, El Cezire aracılığıyla “İsrail topyekûn bir savaş istiyorsa biz buna hazırız” yanıtını verdi. Kasım iki noktanın üzerinde durdu: Birincisi İsrail savaşı genişletirse daha fazla yıkım ve göçle karşılaşacak. İkincisi direniş İsrail’in herhangi bir şekilde zafer elde etmesine izin vermeyecek

Lübnanlı kaynaklara bakılırsa Hizbullah 8 ayda cephanesinin sadece yüzde 5’ini kullandı. Ve geri kalan uzun menzilli füzelerle yapabileceği sürprizler de savaş oyununda bir caydırıcılık yaratıyor. Olası bir işgalin sonuçlarına dair bazı ihtimal senaryoları üzerinde durulabilir.

  • Lübnan’ın işgal edilmesi halinde Hizbullah, mevcut angajman kurallarını tamamen kaldırarak nükleer santral, havaalanları, limanlar ve petrokimya tesisleri dahil İsrail’in stratejik varlıklarını vurabilir.
  • Sızma hamleleri İsrail’i kaosa sürükleyebilir. Bu, roketlere karşı Demir Kubbe’yi çalıştırıp insanları sığınaklara indirerek tehditleri savuşturmanın çok ötesinde bir durum. İsrail karşı işgal ya da sızmanın getireceği panik halini yönetemeyebilir. Yani Lübnan’ın alışık olduğu yangının bir benzeri İsrail’i 10 kat daha fazla sarsabilir. İki tarafın da bedel ödediği bir denklem kurulduğunda İsrail’in çok dillendirdiği varoluşsal tehdit varsayım olmaktan çıkar.
  • İran’ın Hizbullah’ın çöküşünü önlemek için daha fazla risk alma ihtimali var. Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin helikopter kazasında ölümünün ardından Amerikalılara “Bölgede bir politika değişikliği olmayacak, İsrail savaşı durdurmazsa direniş artacak” mesajının verildiği aktarılıyor. Dışişleri Bakan Vekili Ali Bagari Kani de Beyrut ve Şam’a ilk ziyaretinde bu minvalde mesajlar verdi.
    Kani “Siyonist varlığın zerre kadar aklı varsa cepheyi genişletmez çünkü Lübnan’da ilerleme imkanına sahip değil” dedi.
  • Gazze’deki operasyonlara paralel olarak Yemen’de Ensarullah, Irak’ta Irak İslami Direnişi ve Suriye’deki Şii milis güçlerinin Hizbullah için daha ölümcül stratejiler geliştirme ihtimali var. Hizbullah bölgedeki bütün direniş güçleri için bir rol model.
  • Suriye yönetimi Gazze savaşı boyunca temkinli ve soğukkanlı bir tutum izledi. Lübnan en az işgal altındaki Golan kadar Suriye için stratejik derinlik alanı. Lübnan’da ‘Direniş Ekseni’nin çöküşü Suriye’yi çökertmeye yönelik hesapları güncelleyebilir. O yüzden Şam, Lübnan savaşı karşısında kayıtsız kalamayabilir. Şam yönetimi, Golan’dan cephe açmaları dahil İran destekli yapıların önüne koyduğu bazı bariyerleri kaldırabilir. Suriye lideri Beşşar el Esad, Kani’yle görüşmesinde çizgiyi “İşgale karşı her türlü direniş temel bir ilke ve stratejik bir tercih olarak kalacak” dedi. 
  • Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkeleri Lübnan’da Hizbullah karşıtı aktörlerin ana finansörü olageldi. Irak işgalinin ardından “Sıra Suriye ve Lübnan’da” denildiği günlerde Suudi-Amerikan ortaklığı Trablus-Akkar hattında Sünni militanizme yatırım yapıyordu.

Gazze ile dayanışma için İsrail gemilerine saldıran Husilere karşı İngiliz-Amerikan koalisyonuna ortak olmaktan kaçınan Suudi Arabistan, Lübnan’ı cehenneme çevirme pahasına Hizbullah’ın dişlerinin söküleceği bir operasyona örtülü destek verebilir. Kızıldeniz havzasında Mısır ve Ürdün’ü de aynı çizgide görmek mümkün. Lübnan’ı yakan bir örgütün elindeki silahların meşruiyetini kaybedeceğine dair hesaba yatırım yapan çok aktör var. Ama iç savaş komplolarıyla Lübnan’ı içeriden patlatmayı başaramazlarsa yeni bir işgal harekâtının İsrail açısından başarı şansı gözükmüyor.

Lübnan savaşı, ABD’yi de yönetmekte çok zorlanacağı bir denklemle karşı karşıya bırakabilir. O yüzden ABD müzakereyle 1701 sayılı karara uygun bir çözüme yoğunlaşabilir. Amerikalıların 241 ve Fransızların 58 asker kaybettiği 1982’deki paklamalardan çıkardığı dersi unuttukları düşünülemez. Ve o tarihten itibaren güç dengeleri caydırıcılık inşa edecek kadar dönüştü.

Fehim Tastekin

Fehim Tastekin is a Turkish journalist specializes in Turkish foreign policy and Caucasus, Middle East and EU affairs. He is the author of several books on Syria, Kurds and Islamic movements.

Go toTop

Don't Miss

Srebrenica’s Legacy: Western Complicity in Genocide

Every year on July 11, Western ambassadors and dignitaries alike

Erdoğan bütün hayallerine ihanet ederken: Hadi Esad, nazlanma, gel kucaklaşalım!

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Suriye lideri Beşşar el Esad’la kucaklaşma sevdası