Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı, Gazze’deki soykırım operasyonunun yedinci ayında İsrail’le ticareti durdurduğunu açıkladı. Gerçekten neyin ne kadar durduğu tartışmalı olsa da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın hem halkta oluşan rahatsızlığı gidermek hem de ABD’nin yeşil ışığıyla İsrail üzerinde baskı kurmak için bu adımı attığı anlaşılıyor.
Filistin-İsrail meselesi öteden beri Türk dış politikasının tutarsızlıklarını ele veren bir turnusol kâğıdı işlevi görüyor. Erdoğan, Filistin davasının sözcülüğünü yaparken aynı zamanda İsrail’le ticareti 20 yılda 6,3 katına çıkaran bir lider. İstismar dozu yüksek ikili siyaset, AKP tabanında da işe yarayan ‘sürdürebilir’ bir iki yüzlülük olageldi.
AKP’nin iktidara geldiği 2002’de 1.4 milyar dolar olan ticaret hacmi sistematik artışla 2022’de 8,9 milyar dolara yükseldi. İsrail, Türkiye’nin ihracatında 2022’de 10’uncu, 2023’te 13’üncü sırada yer almıştı. Ticaret hacmi 2023’te 6.8 milyar dolara gerilese de Gazze’deki katliama rağmen işler yolunda gitti. 2024’ün ilk üç ayında ticaret hacmi 1.4 milyar doları geçti. Martta İsrail’e ihracat rekor bir artışla 437 milyon dolara, ithalat ise 167 milyon dolara ulaştı.
7 Ekim 2023’ten itibaren 7 ay boyunca Türkiye’nin İskenderun, Mersin, İzmir-Aliağa ve İstanbul-Ambarlı limanlar ile İsrail’in Hayfa ve Aşdod limanları arasındaki gemi trafiği kesintiye uğramadı. Buna rağmen iktidar medyası “İsrail’le ticaret koca bir yalan” iddiasındaydı.
Mecliste İsrail’e petrol sevkiyatı ve ABD’nin Tel Aviv’e askeri sevkiyatta İncirlik Üssü’nü kullandığına dair soru önergeleri geçiştirildi. Yine İsrail’le ticaretin boyutlarının araştırılması ya da diplomatik, ticari ve askeri ilişkilerin gözden geçirilmesi yönündeki tüm önergeler iktidar oyları tarafından reddedildi. İsrail’in silah-savunma sanayiinde kullandığı çelik, demir ve kimyasalların Türkiye’den gidiyor olması tartışmanın yakıcı tarafını oluşturuyor. Türkiye’nin İsrail’e ihracatında çelik yüzde 20, demir ve diğer metaller yüzde 4.2, kimyasallar yüzde 11.7 paya sahip.
Özel sektörde Zorlu ve Koç gibi büyük holdinglerin İsrail’le ortaklıkları da savaştan etkilenmedi. İsrail’de 1.3 milyar dolarlık yatırım yapan Zorlu Enerji’nin Ashdod Enerji’de yüzde 51, Solad Enerji’de yüzde 26.5, Ramat Negev Energy’de yüzde 51, Dorad Energy’de yüzde 25 ortaklığı var. Zırhlı araç üretiminde Koç Grubu’na bağlı OTOKAR, RAFAEL’le, BMC de Carmor (Hatehof) ile çalışıyor.
BAĞIMSIZ GAZETECİLİK VE SİVİL TOPLUMUN BAŞARISI
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’ya “katil”, Gazze’deki katliamlara “soykırım”, Hamas’a “ulusal kurtuluş hareketi” dediği halde Erdoğan’ın Yahudi devletinin en hayati ihtiyaçlarını ısrarla temin etmesi gerçekten şeytani bir maharet. Savaş kalpleri yakarken sadece 7 Ekim’den 19 Kasım’a kadar Türkiye’den İsrail’e giden gemi sayısı 293’e ulaşmıştı. İktidarın trol ordusuna göre gemilerin İsrail’e yük taşıdığı iddiası yalan ve iftiradan ibaretti; yük gemileri Filistin’e sevkiyatları içeriyordu.
İsrail’le ticaretin izlerini süren gazeteci Metin Cihan’ın ulaştığı inkâr edilemez bilgiler, Filistin için İsrail’e Boykot Girişimi (BDS Türkiye), Filistin İçin Bin Genç ve diğer sivil örgütlerin kampanyaları, siyasi kanatta özellikle AKP’nin İslamcı rakipleri iktidarı yenilgiye uğrattı. Cihan’ın ulaştığı bilgiler bu kampanyalara yakıt oldu. Bu süreçte mecliste hükümeti eleştirirken AKP’li vekillerin sözlü saldırılarına maruz kalan Saadet Partisi İstanbul Milletvekili Hasan Bitmez kürsüde kalp krizi geçirdikten sonra hastanede öldü. Bitmez “inkâr” ve “yanıltma” siyasetinin ilk kurbanıydı. “İsrail’le ticareti durdur” diyen Filistin yanlısı göstericilere polis şiddeti de Bitmez’in maruz kaldığı trajik sahneye devamlılık kattı.
İsrail’le ticaretin 31 Mart seçimlerinde iktidara kaybettirdiğine dair AKP çevrelerinde de paylaşılan çıkarımlar Erdoğan’ın geri adım atmasını kolaylaştırdı. İstanbul’da AKP adayını desteklemek için İsrail’le ticaretin sonlandırılması şartını koşan Yeniden Refah Partisi bazı belediyeleri AKP’den aldı. Sonunda İsrail’le ticareti itiraf etmek zorunda kalan hükümet, 9 Nisan itibariyle 54 üründe İsrail’e ihracatı kısıtladı.
Bu karardan 15 gün sonra Erdoğan, “İsrail ile yoğun ticari ilişkileri artık ayakta tutmuyoruz, o iş bitti” derken gemi trafiği devam ediyordu. Kısmi önlem tepkilerin önünü alamadı. 26 Nisan’da bu kez “İsrail’le ilişkilerimizi kestik, kesiyoruz” diye çıkışan Erdoğan henüz “Durdurduk” diyebilecek noktada değildi. Nihayetinde Ticaret Bakanlığı 3 Mayıs’ta her türlü ihracat ve ithalat işleminin durdurulduğunu duyurdu. Erdoğan 4 Kasım 2023’te ilişkilerin neden kesilmediği eleştirilerine “Onu (Netanyahu) sildik attık. Ama bağları tamamen koparmak olmaz” yanıtını vermişti.
Bu yaklaşım AKP’nin yerleşik anlayışına uygun. Yani dini motifler eşliğinde ticaret dokunulmaz, hatta kutsaldır. Ekonomiden sorumlu AKP Genel Başkan Yardımcısı Nihat Zeybekçi, İsrail’le ticareti savunurken “Soykırımı kınıyoruz, eyvallah ama İsrail 6 satıp 1 aldığımız bir ülke. Daha hassas olmamız gerekiyor. Bununla ilgili de çalışıyoruz” diyecek kadar ileri gitti. Cihan, Zeybekçi’nin şirketi Turkuaz Tekstil’in de İsrailli Tosaf’tan küçük çapta ithalat yaptığını ortaya çıkardı. AKP’lilerden de tepki alan Zeybekçi sözlerinin arkasında durdu. Ticaretin durdurulduğuna dair açıklamadan sonra bile Filistin yanlısı göstericilere baskılar sürdü. Filistin için Bin Genç grubundan 5 kişi, “Katil İsrail, iş birlikçi Erdoğan” sloganı sebebiyle cumhurbaşkanına hakaret suçundan tutuklandı. Bu önlemler iktidarın kendisini afişe edenleri affetmeyeceğini gösterdi. Sosyal medya hesaplarından Gazze için göz yaşı döken pek çok AKP’li iş insanının İsrail’le ilişkileri ardı ardına ortaya serilmesi insanların şaşkınlığını artırdı.
SAHİ TİCARET DURDU MU? HAYIR, AMBARGODA KAÇAK VAR!
Elbette iş dünyası rahatsız. Sadece reel sektör değil turizm sektörünün de etkileneceği uyarısı yapılıyor. 2022’de Türkiye’ye gelen İsrailli turist sayısı 843 bini geçmişti. 2023’te ise bu sayı 766 bine gerilemişti. İsrail’e 54 üründe ihracatın yasaklanması üzerine transferde Slovenya başta olmak üzere Bulgaristan, Yunanistan ve Mısır gibi üçüncü ülkeler kullanılmaya başlamıştı. Konşimentoda varış limanı olarak İsrail yazılmıyor; sevkiyat başka bir ülke limanına, oradan da İsrail’e yapılıyor. Özellikle Slovenya’nın Koper ve Lübliyana limanları aktarma noktaları olarak öne çıkıyor. Türkiye de bunu engellemiyor. Üçüncü ülke üzerinden sevkiyatın daha da gelişeceği öngörülüyor. İsrail’de doğrudan gemi trafiği de durmadı. Mesela Turkon Istanbul adlı gemi 4 Mayıs’ta İskenderun limanından ayrılıp 5 Mayıs’ta Hayfa limanına ulaştı.
Globes gazetesi 9 Mayıs’ta ambargo karanına rağmen Türk Ticaret Bakanlığı’nın inşaat malzemeleri tedarikine geçici olarak izin verdiğini ve yeni kararı mektupla fabrikalara bildirdiğini iddia etti. İsrailli Kanal 12 ise geçici muafiyetin üç aylık bir dönem için geçerli olduğunu belirtti. Tartışmaya bakanların dahil olması gecikmedi. İsrail Dışişleri Bakanı Katz, X hesabından “Erdoğan ticaret kısıtlamalarının çoğunu geri çekti ve iptal etti” mesajını attı. Türk Ticaret Bakanı Ömer Bolat ise “İsrail Dışişleri Bakanı’nın açıklamaları kesinlikle hayal ürünü. Kararın arkasındayız. Karar geçerliliğini korumaktadır” yanıtını verdi.
Bu gelgitler ambargo kararının bile ‘dürüstçe’ yürütülemediğini gösteriyor. Petrol sevkiyatının dokunulmazlığı ise tartışma götürmez. İsrail, Bakü-Ceyhan Boru Hattı’ndan ham petrol, Socar’a ait Star Rafinerisi’nden de işlenmiş petrol alıyor. Petrolde ana kaynak ülke Azerbaycan, ikincil kaynak Irak Kürdistanı olsa da Türkiye vanayı kapatmadı. Erdoğan, İsrail’le ilişkileri güçlü olan yakın dostu Azerbaycan lideri İlham Aliyev’i üzmüyor. Globes’ın İsrailli yetkililerden aktardığı bilgiye göre Ceyhan limanından Hayfa limanına giden petrol sevkiyatı 4 Mayıs itibariyle durmadı. Ocakta 523,5 bin tonla Azerbaycan petrolü İsrail’in ithalatında ilk sıradaydı. Ocak-Kasım 2023’te 2.24 milyon tonla Azerbaycan ikinci büyük tedarikçiydi.
ABD İLE KOORDİNASYON VAR MI?
Eleştirileri nadiren umursayan Erdoğan’ın çark etmesi sadece tepkilere ya da seçim kaybına indirgenemez. Bu kararlar Biden yönetiminin Netanyahu üzerinde baskı kurma arayışlarıyla çakışıyor. Hamas’ın Katar’dan Türkiye’ye taşınma olasılığının gündeme getirilmesi ya da Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden İsrailli liderler hakkında tutuklama kararı çıkartılabileceğine dair haberler de İsrail’i Refah’a girmekten vazgeçirme ve ateşkesi itme manevrası olarak da görülüyor. Mali açıdan dar boğazda olan Türkiye’nin yatırımcı çekme, finansal kaynak yaratma ve FATF’ın (The Financial Action Task Force) gri listeden çıkma umuduyla ABD-AB ekseniyle uyumlu olma çabaları dikkate alındığında İsrail’le ticareti kesmek ve Batılı dostlarını kızdırmak Erdoğan’ın aklındaki son şey olabilir. ABD ile koordinasyon olmadan Erdoğan’ın İsrail’e ambargo uygulaması çok mantıklı gelmiyor. ABD Dışişleri’nin ambargoya tepkisinin “Her ikisi de müttefikimiz ve aralarındaki görüş ayrılıklarını gidermeleri için onları teşvik ediyoruz” açıklamasıyla sınırlı kalması bir paslaşma ihtimalini güçlendiriyor.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye ile görüşmek için Doha’ya gitmeden önce 15 Nisan’da ABD Dışişleri Müsteşar Vekili John Bass ile bir araya gelmişti. Edindiğimiz bilgilere göre Hamas heyetiyle görüşmeler ABD’nin bilgisi dahilinde gerçekleşti. (Bu arada ABD Dışişleri Bakanlığı Terörle Mücadele Koordinatörü Elizabeth Richard da 22 Nisan’da Ankara’daydı.)
Türkiye Ticaret Bakanlığı önlemlerin Gazze’de derhal ateşkes ilan edilinceye ve yeterli miktarda ve kesintisiz insani yardım akışına izin verilinceye kadar yürürlükte kalacağını belirtiyor. Erdoğan’ın bedel ödemeyi göze alıp sonuna kadar gideceğini söylemek iddialı olur. Kararı ‘diktatör davranışı’ olarak niteleyen İsrail Dışişleri Bakanı Israel Katz, Türkiye’yi anlaşmaları ihlal etmekle suçlayıp gerekli adımları atacaklarını söylese de Ankara’nın bu meseleyi fazla örselenmeden atlatabileceği değerlendirmesi yapılıyor.
İSRAİL’LE İLİŞKİLER TARİHİ: TUTARSIZLIKTA TUTARLILIK
Ambargo İsrail’i sıkıştıran hamle olarak görülse de Erdoğan’ın 7 Ekim’den bu yana ayak izleri ikili bir oyunu tanımlıyor. Türkiye’nin Filistin çelişkisi Ankara’nın Soğuk Savaş denkleminde Batı kampından yana istikamet aldığı andan itibaren kayda geçmeye başladı. Truman Doktrini’ne paralel olarak Orta Doğu’yu yeniden şekillendirme operasyonlarında Türkiye’ye büyük rol düşüyordu. 1947’de Dünya Bankası ve IMF’ye girip 1948’de Marshall Planı’na dahil olan Türkiye’nin 1949’da İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olması yeni yerine uygun bir karardı. Bu karar eski Osmanlı coğrafyasında sömürgeciliğe karşı ulusal direnç gösteren Arap halklarındaki “yüzüstü bırakılmışlık” hissini pekiştirdi. Türkiye’nin Avrupa Ekonomik Topluluğu’na katılma hesapları yaparken Cezayir’in bağımsızlığına karşı 1955’te Fransa’nın yanında yer alması, 1958’de de çekimser kalması bir diğer şoktu. Menderes döneminde Irak, Suriye ve Lübnan’a askeri müdahale girişimleri de Türk-Arap yabancılaşmasını büyüttü. Türkiye bu dönemlerde Batılı sömürgecilerin “Truva Atı” olarak görüldü.
Türkiye’nin 1964’ten itibaren Kıbrıs konusunda yalnızlaşması ve dönemin ABD Başkanı Lyndon Johnson tarafından bir mektupla tehdit edilmesi Ankara’yı Araplarla ilişkileri düzeltmeye itti. Araplara yaşattığı hayal kırıklığını 1967 ve 1973 savaşları sırasında İsrail karşıtı tutumuyla dengelemeye çalıştı. Arap Birliği’nin 1973’te İsrail destekçisi ülkelere karşı petrol ambargosunun tetiklediği krize paralel olarak Araplarla ilişkilerin önemi daha da arttı. Fakat Irak ve Suriye ile Fırat ve Dicle sularının paylaşımındaki gerilimler, PKK’nin Şam’dan himaye görmesi, Kıbrıs konusunda Arap dünyasından beklenen desteğin gelmemesi, İran’la nüfuz savaşı ve Amerikan müdahaleciliğine daha fazla ortaklık arayışı Arap-Türk ilişkilerinde yeniden soğumaya neden olurken 1990’larda İsrail’le yakınlaşma ivme kazandı.
1994 ve 1996’da İsrail’le imzalanan askeri-güvenlik işbirliği anlaşmaları 1970’lerde Filistin’i gözeten tutumdan radikal bir sapmaydı. İsrail artık savunma alanında da Türkiye’nin ortağıydı. İstihbarat alanında Mossad’la ortaklık, Lübnan’daki Filistin kamplarında kalan Türkiyeli solcuların avlandığı günlerden beri zaten vardı. Bu anlaşmaların İsrail-ABD-AB karşıtı Necmettin Erbakan’ın başbakanlığı döneminde imzalanması siyasal İslamcıların “yaman çelişkisi” olarak tarihe geçti.
Erdoğan söylemde en Filistin yanlısı lider olarak görülse de aslında devlette devamlılığı temsil ediyor. Bununla birlikte geçici ambargo, İsrail’le ticaretin hiçbir diplomatik ve siyasi gerilimden etkilenmediği teamül yıkıldı. Erdoğan, Filistin’e duyarlı tabanı teskin eden bu adımdan geri dönmek için Gazze’deki durumda oluşacak en ufak bir değişikliği iple çekebilir.
ÇİFT KULLANIMLI BİR SİYASET
Erdoğan’ın Filistin bayrağını yüceltip İsrail’le çalışması çift kullanımlı bir siyasetin sonucudur. Erdoğan’ın Suriye yönetimini İran’dan uzaklaştırıp İsrail’le barıştırma yönünde üslendiği rol 2008-2009’da Gazze’ye karşı Dökme Kurşun Operasyonu ile duvara toslamıştı. Erdoğan hayal kırıklığını Davos’ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e “One Minute. Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” çıkışıyla ortaya koymuş ve 2010’da 9 Türk vatandaşının öldüğü Mavi Marmara baskınından sonra diplomatik ilişkilerin seviyesini düşürmüştü. Ancak Erdoğan ticareti siyasetten ayıran çizgiden şaşmamış; Türk yargısındaki Mavi Marmara dosyasını tazminat karşılığında kapatarak pragmatist tarafını konuşturmuştu. ABD’nin 2017’da Kudüs’ü İsrail’in bölünmez başkenti olarak tanımasının ardından İsrail’le gerilim tekrarlanmıştı. Erdoğan iki yıl geçmeden Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin aleyhine oluşan enerji denklemini bozmak için Tel Aviv’le ilişkileri normalleştirerek çıkarları her şeyin üstünde tutacağını göstermişti. Erdoğan, ilişkilerin yeniden büyükelçilik seviyesine çıkarılmasını takiben 20 Eylül 2023’te BM Genel Kurulu sırasında görüştüğü Netanyahu’yu Ankara’ya davet etmişti. Erdoğan yeni sayfaya enerjide ortaklığı eklemek için sabırsızlanırken hesaplar Aksa Tufanı ile alabora oldu. Bir taraftan da Biden yönetimiyle ilişkileri yoluna koymak için İsrail-Türkiye yakınlaşmasının olumlu etkisi olacağını düşünüyordu. 7 Ekim’de Haniye’yi İstanbul’dan nazikçe kovması şimşekleri üzerine çekmeme ve Batı kampı ile ilişkileri koruma önceliğini yansıtıyordu.
Erdoğan’ın daha sonra Hamas’a sahiplenen çıkışı da çift yönlü siyasetin gereğiydi. Ateşkes koşullarını kabul etmesi için Hamas’a baskı uygulanmasında Türkiye, Katar’dan sonra ikinci önemli kanal. Ayrıca Türk hükümeti epey zamandır “1967 sınırları içinde Filistin devletinin kurulması karşılığında İsrail’in tanınması” çerçevesinde Hamas’ın silahlı direnişi bırakıp El Fetih gibi dönüşmesi yönünde telkinlerde bulunuyor. Fidan’ın 17 Nisan’da Doha’da Hamas’la görüşmesi ve ardından Hamas heyetinin 20 Nisan’da İstanbul’da Erdoğan tarafından ağırlanması sırasında da Hamas’ı silahlara veda edecek bir dönüşüme sokma hedefi öne çıkartıldı. Bu, ABD’nin de duymak istediği bir haber. Edindiğimiz bilgilere göre eğer Gazze’de ateşkes ve Hamas’ın dönüştürülmesi konusunda arzulanan sonuçlar çıksaydı muhtemelen Erdoğan’ın Biden’la 6 Mayıs’ta öngörülen Beyaz Saray buluşması iptal edilmeyecekti.
“Hamas’a himayenin bir NATO ülkesi için kabul edilemez bir çelişki olacağı” algısına rağmen Erdoğan’ın Gazze diplomasisi Batı ile köprüleri sarsacak boyutta ilerlemiyor. Erdoğan 6 Mayıs’taki konuşmasında “İsrail’le ihracat ve ithalat işlemlerini durdurduk… Türkiye, Gazze sınavını en başarılı veren ülkelerden biridir” iddiasında bulundu. Yedi ay boyunca İsrail’i sıkıştıracak hiçbir karara imza atmayan Erdoğan en iyi bildiği şeyi yapıyor: Yanıltmak, göz boyamak, suç bastırıp üste çıkmak ve her tür manevrayı bir siyasi rant alanına dönüştürmek. Eğer AKP’li şirketlere Gazze’nin yeniden inşasında pay düşer ve İsrail’e gardiyanlık yapacak uluslararası bir güçte Türkiye’ye yer verilirse Erdoğan’ın Gazze diplomasisi muradına erecektir.